Kurân ve Hayat Kurân ve Hayat
top of page

SÜNNETULLAH

Sünnetullah ne demektir?

Sünnetullah Kurân’da kaç defa hangi bağlamda kullanılmıştır?

Sünnetullah eğer tabiat kanunları ise Allah bunu ara sıra bozar mı?

Sünnetullah sosyal kanunlar ise insanların iradesi sonucu oluşan olaylar ise bunlar mutlak mıdır? Bu durumda Allah’a dua sünnetullahı değiştirir mi? Eğer değiştiriyorsa Müslümanların içinde bulunduğu durum nasıl bir duanın sonucudur?


Dünyadaki zulüm, açlık el-Mucip olan Allah’ın dünyaya müdahalesi olan duaya icabeti nasıl gerçekleşti böyle bir hal oldu. Duayı mı yanlış yaptık, Sünnetullah’ı mı yanlış anladık.


Sünnetullah’ı bilmek bize ne kazandırır?


Sünnetullah’ı bilmek sonuçlar üzerinden değil nedenler üzerinden hayatı okumayı sağlamaktadır. Sünnetullah bilgisi hayatın tezekkür edilmesi ve geleceğe yönelik tedbirler üretilmesi yani tedebbürü düşünceyi ortaya koyan sistemin adıdır. Sebebi düşünen kişiler sonuçlarla amel etmez.


Mesela: Ataların put inancını sonuçlar üzerinden sebepleri düşünmeden taklit eden Mekkeli müşrikleri Kurân’ı Kerim yerer.


Buna karşılık Mekkeli müşriklerin cevapları: “Atalarımızı biz bunun üzerinde bulduk.” dur. Bu bir sonuçtur. Fakat Kurân’ı Kerim bunun ne kadar faydasız bir şey olduğunu anlatır, bunun bizlere ne yarar ne de zarar verecek şeyler olmadığını neden kulluk ediyorsunuz diyerek bunun sebeplerini düşünmemizi sağlar. Kurân’ın üslubu budur.


Yaptığımız her ibadetin sebebi, niçini, hikmeti o ibadetin yapılmasını daha şuurlu hale getirir. Günümüzde maalesef hep sonuçlar üzerinden hayatı okuyor, başımıza gelenleri de sonuçlar üzerinden değerlendiriyoruz,


Sünnet kelimesinin kelime manasına bakacak olursak; sünnet “senene” kökünden türemiş bir kelime. Bir şeyin zorlanmadan kolaylıkla akıp gitmesi, iz bırakması anlamında kullanılmıştır.


Daha çok nebilerin uygulamaları ile ilgili sünnet kelimesi kullanılır. Fakat Kurân’ı Kerim’de sünnet Allah’ın uygulamaları ile ilgili Sünnetullah kalıbı ile gelmektedir. Nebilerin uygulamasına Kurân’ı Kerim sünnet demiyor.


Mesela sinin, akıp giden yıllar için kullanmış. Araplar Mızrağın ucunda çok hızlı bir şekilde ilerleyip, hedefine batıp, ilerlemesini sağlayan o demir uca da sinan derlermiş. Hepsi yine sünnet kökündendir. Yani gittiği zaman bir iz bırakan, kolay ilerleyen, akıp giden, geçmişten geleceğe de sünnet kökünden kelimeler kullanılıyor.


Sünnet kavramı Allah lafzı ile birleşince şöyle bir tanım ortaya çıkıyor: “Geçmişten geleceğe doğal bir süreçle devam eden, akan giden, değişmeyen ilahi yasalar” manasına gelmektedir.


Bu tanımı ayetlerle daha da genişleteceğiz. Sünnetin Allah’a isnatla kullanılması ilahi tutarlılık ve disiplini anlatıyor. Sünnetullah denilince aklımıza tutarlı bir Rabb, disiplinli bir Rabb. Yani bugün başka yapıp yarın başka yapmayan fiile sahip.


Rabbimiz savruk, başıboş, olayların tesadüfle gerçekleştiği bir hayat yaratmamıştır. İlkeli, kurallı bu nedenle tutarlı bir tabiatla karşı karşıyayız. Burada anladığımız Allah’ın disiplinli, ilkeli, tutarlı olması. Rabbimizin bu özelliklerinin Kurân’ı Kerim’de anlatılma sebebi, bizimde öyle olmamız istenmesindendir.


Esmaül Hüsna haşa Allah’ın kendini övdüğü sıfatlar değildir. Allah Ekrem’dir, özünde cömerttir. Kerim’dir fiillerinde o çömertliğini gösterir. Neden böyle der? Sizde öyle olun demek için. Allah Rahman’dır, Rahim’dir. Kullarım sizde merhametli olun der. Külli iradeden cüzziye bir pay alın. 99 esmanın ihsa edilmesi aslında onların hayatta tecelli edilmesidir. Tecelli ettiğimiz zaman Allah Resul’ü “kendinizi cennette bilin” diyor. Bunun hikmeti budur. Yoksa 99 esmanın ezberlenmesi veya Allah’ın kendini övdüğü sıfatlar değil. Allah bir sıfattan bir özellikten bahsediyorsa mutlaka “kullarım sizde bunları kendi üzerinizde tecelli ettirin” manası taşır.


Sünnetullah bu şekilde, Müslümanın ilkeli, tutarlı, disiplinli olmalısın istiyor. Ve Allah böyle kulları sanki daha çok seviyor.


Allah’ın ayetlerini yalanlamak sadece vahyi yalanlamak değildir. Allah’ın ayetleri sadece Kurân’ı Kerim’de yok. Tabiat ta Allah’ın ayetidir. Müslümanlar sanki tabiat ayetlerini yalanladılar. İnsan ayetlerini yalanladılar, bunlardan yüz çevirdiler. İşte ilimde, fen de gerilememizin sebebi budur. Bunlardan yüz çevirince de Allah onlara bazı şeyleri nasip etmedi. Allah’ın sünneti böyle çünkü.


Bakın mesela Ali İmran Suresi 137’nci ayette Allah’ın sünneti ile ilgili şöyle bir kullanım yapılmış:


“Sizlerden önce Allah’ın sünnetleri gelip geçti. Artık yeryüzünde gezin, böylece yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş bakın.”


Bu ayetten anladığımız, geçmiş kavimlerin başından geçenler, onların kalıntıları, onların bıraktıkları için Allah diyor ki:”gezin bakın ne olmuşlar” O zaman sizden önce Allah’ın sünneti gelip geçti den şunu anlıyoruz:


“Bir çok kavim bunu, Allah’ın sünnetini yaşayarak öğrendi. Siz de onların kalıntılarına bakın sizde aynı akıbete uğramayın.”


Ayet dedik, mesela Kurân’ı Kerim’de ayet kelimesi Kurân’ın dışındaki ayetler içinde kullanılır. Mesela semalara Kurân’ı Kerim Yusuf Suresi 105’te ayet diyor:


“Semalarda ve yeryüzünde nice âyet vardır ve onlar, ondan yüz çevirerek yanından geçerler.”


Ayette semalarda ve yeryüzünde bulunan ayetlerden yüz çevirmememiz gerektiği bu ayette anlatılmaktadır. Tabiata, doğaya deneysel gözle bakmamız, onları incelememiz aslında burada bize emrediliyor. Bunlardan gafil olmanın da Allah tarafından yadırgandığını okuyoruz burada.


“De ki: “Gördünüz mü? Eğer O, Allah’ın indinden ise sonra da siz O’nu inkâr ettinizse, uzak bir ayrılığın içinde olandan daha çok dalâlette kim vardır?” (Fussilet 52)


Âyetlerimizi afakta ve enfüste onlara göstereceğiz. O’nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin diye. Rabbinin her şeye şahit olması kâfi değil mi? (Fussilet 53)


52. ayette Kurân’ı Kerim deki ayetlerden bahsettikten sonra 53. Ayette “ayetlerimizi afakta ve enfüste onlara göstereceğiz” demektedir.


Afak, ufuk ile aynı kökten olup çevre, alem, kâinat kitabı demektir. Enfus nefis ile aynı kökten olup içimizdeki alem demektir.


Biri dış alem diğeri iç alem. Allah diyor ki: “Ayetlerimizi onlara göstereceğiz. O’nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin, açıkça belli olsun diye” Yani Kurân’ın hak olduğu kâinat kitabı ve insan kitabından belli. Rabbimiz eğer bu kadar delile, şahite rağmen bunlar inanmazlarsa onlara göstereceğiz demektedir.


Yani ayetleri dayatmamak insanlara dayatmamak lazım. Dini dayatmamak lazım. Zaten sen görevini yaptıysan, afaktaki ve enfüsteki ayetleri de onlara gösterdiysen, ahirette bir bahaneleri de kalmayacak, zaten senin yaptığına da Allah şahit olarak kafidir.


Şu an ümmetin içinde bulunduğu durumun en önemli sebebi Kurân’ı bir kenara bırakıp yani mehçur bırakıp afak ve enfüsteki ayetleri ihmal ile tembellik ile atalet ile okumamanın sonucudur.


Böyle yaparsak din bir dayatmaya, dogmaya döner. Çünkü sonuçlar üzerinden bir din anlatıyoruz. Bu halin sonunda Allah’a inanan kullar için bile değişmeyen bir yasa var. SÜNNETULLAH


Eğer siz afak ve enfüs ayetlerinin yanlarından geçer giderseniz, önemsemezseniz, Allah’ın sünneti Müslüman gayrimüslim ayırt etmiyor.


Rabbimiz Kamer suresi 49’da “Muhakkak ki biz her şeyi bir kaderle yarattık” diyordu. Allah her şeyi bir ölçü ile yaratmıştır buna takdir, kader diyor. Bu takdirdeki süreklilik ve devamlılık sünnetullahtır. O sistemin adı budur.

 

 

Allah tarihin akışına müdahale etmiş midir?


Allah eğer tarihin akışına müdahale ettiyse bu taraf tutmak olur mu?


Allah tarihin akışında tarafsızdır bunu biliyoruz. 180 km bir hızla duvara çarparsan Yahudi de ol, Müslüman da ol, Hristiyan da ol gidersin. Allah’ın yasaları var. O yasalara uygun yaşaman lazım. Doğrudan bir müdahale yok. Belki dolaylı müdahaleler olabilir. Allah kimseye ayrıcalık tanımaz. Ayrıcalık tanırsan bu imtihan sahası, ayrıcalık tanıdıkların lehinde bir sahaya dönüşür, aleyhinde bir dezavantaja dönüşür.


Allah tarihin akışına müdahale etmiş ise bu adil bir yargılamaya uymayan yanlı bir imtihan ortamı doğuruyor. Olayların kişilerin etki-tepki prensibine göre tarihte yer alması Sünnetullah yasalarına göredir. Allah’ın tarafsızlığı haşa onu pasif duruma geçirmez. Allah el-Faal’dir anlık müdahale eder, faaldir.


Peki bununla bu anlattığımız nasıl örtüşecek, burada bir tezat oluştu. Allah her an hayata müdahil ise tarihin akışında nasıl tarafsız olabilir?


İşte buradaki anahtar kelime Sünnetullah. Allah’ın müdahalesi Sünnetullah çerçevesindedir. El-Kadir olan Allah ölçüsüz hiçbir şey takdir etmez, kendi müdahalesi de ölçülüdür, hikmetlidir.


Allah’ın sünnetine bir örnek verecek olursak:


“Yeryüzünde kibirlendiler ve kötü hile düzenlediler. Oysa kötü hileler, sahibinden başkasına isabet etmez. Öyleyse onlar, evvelkilerin sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar. Hâlbuki Allah’ın sünnetinde asla bir tebdil bulamazsın. Ve Allah’ın sünnetinde asla bir tahvil bulamazsın.” (Fatır 43)


Ayete baktığımızda Allah’ın sünneti ne imiş? “Kötü hileler sahibinden başkasına isabet etmez.” Birine hainlik düşünen, hileler kuran kişiyi o hileler bir şekilde bumerang gibi dönüyor kendisini buluyor.


“Öyleyse onlar, evvelkilerin sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar.” Yani yanlış yanlış yapıp iyi bir şey mi bekliyorlar. Buna biz determinizm diyoruz. Yani aynı şeyler yapıp aynı sonuca ulaşmak. Buna nedensellikte diyebiliriz.


Evrenin bugünkü hali dünün sebebi, sonucu. Yarın da bugünün bir sonucu. Kurân’ı Kerim’den bunu nasıl okuyoruz? Allah Resul’ü hani diyor ya: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” determinizm bu.  Biz şu anda ahiretimizi inşa ediyoruz. Ahiretimizin sebebi bugünkü hayatımız. Bugünkü hayatın kötü olup ahiretin güzel olması sünnetullah’a aykırıdır. Firavun gibi yaşayıp Musa gibi bir son beklenmez. Determinizmin sıkıntısı olayları mutlak kurallar içerisinde açıklayıp Allah’ın yokluğunu ispatlama çalışmasıdır. Aynı evrim gibi. Bir hakikatten yola çıkarak bir batıla yöneliyorlar. Öyle demeye gerek yok. Buna olayların sebep-sonuç ilişkisini ilk başta Allah belirlemiştir desek çok daha tutarlı bir söylem olur. Bu ayetin devamı şöyle bitiyor:


Hâlbuki Allah’ın sünnetinde asla bir tebdil bulamazsın. Ve Allah’ın sünnetinde asla bir tahvil bulamazsın.” (Fatır 43)


Allah “asla” dediyse onda ara sıra bozmalar olmaz. Tebdil dönüşüm demektir. Yani Allah’ın sünnetinde asla bir dönüşüm bulamazsın. Başka bir şeye dönüşmez. Allah’ın sünnetinde asla bir tahvil, değişim de bulamazsın. Dönüşüm ve değişimin arasındaki fark nedir? İkisi de aynı cümlede kullanıldığına göre eş anlamlı kelimeler değil, anlamları farklıdır.


Dönüşmek için bir şeyin başka bir şeye bambaşka bir şekilde dönüşmesi gerekir. Buna metamorfozda diyorlar. Mesela böcekler üzerinden örnek verirsek, bir tırtıl koza yapıp kelebeğe dönüşmesi. Yapı tamamen değişmektedir.


Değişim ise bir insanın kilo alması, kilo vermesi, saçlarını uzatması, kesmesidir. Geri dönüşümü daha kolay olan değişiklikler. Biraz daha yüzeysel niceliksel değişiklikler.


Rabbimiz bu ayette ne demiş oldu? “Benim yasalarım asla başka bir yasaya dönüşmez. Bırakın dönüşmeyi en ufak bir değişme bile olmaz.”


Rabbimiz “asla” diyerek en ufak bir sapmanın olmayacağını vaad ediyor. Mesela Allah “Sadık’tır. Es-Sadık esması. Yani sözünden dönmez. Sünnetullahı da böyle düşünmemiz gerekir. Sünnetullah’ın tecellisi aslında Allah’ın es-Sadık esmasıdır. İyilik yapanları Allah vaadinden dönmeyeceği için cennete koyar. Bu O’nun sünnetidir.


Rabbimiz Rad suresi 11 de ne diyor: “Bir toplum kendi içindeki bireyleri değiştirmedikçe Allah o toplumun gidişatını değiştirmez. Bu kural Allah’ın sünnetidir. Bu toplum ister Yahudi ister Hristiyan ister Müslüman ister Budist olsun değişmez. Burada bir ırk, cins, cinsiyet ayrımı var mı?


“Yeryüzünde dolaşıp, onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu bakmadılar mı? Ve onlardan daha çok kuvvetliydiler. Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak bir şey yoktur. Muhakkak ki O, Âlim’dir, Kadir’dir. “(Fatır 44)


“Yeryüzünde dolaşıp, onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu bakmadılar mı (Bu dönüşüm ile ilgilidir)? Ve onlardan daha çok kuvvetliydiler (Bu değişim ile ilgilidir). Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak bir şey yoktur. Muhakkak ki O, Âlim’dir, Kadir’dir. “(Fatır 44)


43’ncü ayetteki dönüşüm ve değişimi 44. Ayet tefsir ediyor. Tüm ihtimalleri bilen el-Alim olan Allah imtihan sahasının kurallarını kendi takdir ettiği için kimse O’nu aciz bırakamaz. En baştan kuralları kendi belirlemiş, biz buna takdir-kader diyoruz. İmtihan sahasının tüm kurallarını belirlemesine de Sünnetullah diyoruz.


Peki Sünnetullah böyle ise yani hile kuran zalimlerin yaptıkları bir şekilde kendine dönüyorsa (Fatır 43), dünyada bir sürü hile kuran, bir sürü insanlara zorbalık eden, saltanat içinde yaşayan insanlar var. Bunları nasıl anlayacağız? Rabbimiz neden bunlara müsaade ediyor? Ezilenler var, zulümler var. Hatta bununla ilgili ateistlerin doktrinleri var. Bu kadar kötülük varsa tanrı olamaz diyorlar. Fatır 45 buna cevap veriyor:


“Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince. Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir.” (Fatır 45)


Fatır suresi 45 Allah’ın gaflette olmadığı, duyarsız olmadığı, bu günahlara, bu işlenen suçlara karşı duyarsız olmadığı şeklinde bitti.


Peki bu zulüm kullara dönerse, Müslümanlara dönerse veya insanların kendi arasına dönerse ne olur? Çatışmalar, savaşlar. Burada da Ahzap suresi 60. Ayeti okuyoruz. Rabbimiz diyor ki:


“Eğer münafıklar ve kalplerinde maraz bulunanlar ve şehirde yalan ve kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, elbette seni mutlaka onlara saldırtırız. Sonra az bir hariç, orada sana komşu olamazlar.” (Ahzap 60)


Bu manada Allah insanların bir kısmını bir kısmı ile defediyor. Zulüm olduğu zaman karşılığını bulur. Etki-tepki dediğimiz olay bu. Zalimin karşısında mutlaka bir Musa çıkar. İşte Sünnetullah budur.


“Daha önce geçmiş olanlar hakkında, Allah’ın sünneti budur. Ve Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.” (Ahzap 62) Yani zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur.


İki ayeti birlikte düşündüğümüzde sosyolojik açıdan bir toplum kibirlenip başkalarını hilelerle, usulsüzlüklerle, aşağılıyor onların hakkına giriyorsa onların akıbeti karanlıktır. Eninde sorunda bumerang gibi dönüp kendini bulacaktır.


Allah’ın sünnetini ortaya koyduğu zaman herhangi bir zümre, herhangi bir kesim olmadığı için bu kurallar çok objektif tarafsızdır. Herkes içindir, herkesi bağlar. Çünkü bizim Rabbimiz sıratel müstakim üzeredir. Bunu Hz. Hud, kavmine karşı söylüyor.


İbrahim ÇELİK

23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Salât-Salavât ve bizim anladıklarımız?

(Ahzâb 97/56) اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِوَسَلِّمُوا تَس...

Comments


bottom of page
Kurân ve Hayat